18 Ağustos 2021 Çarşamba

Psikoloji/Gerilim/Gizem üçlüsü mü? Tam adresi: Alex Michaelides - Sessiz Hasta incelemesi

 Herkese merhaba!


Bloğu kendi kendime kullanıyor olmama rağmen, buraya yazmak herhangi bir instablog kullanmaktan daha mutlu hissettirdiği için buraya favorilerimle daha sık gelmeye karar verdim. Hala blog yazıları yazmak aslında sanki geçmiş yüzyılda kalmış gibi görünüyor olsa da, tıpkı köstekli saat kullanmak gibi geliyor bana: Dijital geçmişe duyulan özlem. 

Lafı dolandırmadan, yeni blog yazım için ilham kaynağım olan kitaba geçmek istiyorum. Sessiz Hasta'yı goodreads kullanıcısı olarak keşfettim ve her ne kadar çok fazla tanıtımını görmesem de benim gibi türün meraklılarının merceği altında olduğunu fark ettim. Bahsi geçen kitap oldukça yeni, öyle ki henüz çıkalı 2 yıl olmuş olmamış. Ben ise yılların psikolojik/gizem/gerilim okuyucularından olarak hızlıca bu kitabı edindim ve kısa bir sürede de bitirdim. Çünkü kitap o kadar akıcıydı ki, bir an önce olayların ardındaki asıl sır perdesinin aydınlanması için sayfaları nasıl çevirdiğimi anlayamadım. Zaten 300 sayfa olan kitabın son 200 sayfasını da tek oturuşta bitirdim. Yani anlayacağınız, karşınızda kurgusuyla sizi tam anlamıyla içine alan bir kitap var. 

Konusu itibariyle Sessiz Hasta, bizi hasta bir zihnin peşine düşürüyor ve bir cinayeti aydınlatmaya çalışıyor. Kitabın iki ana karakterinden biri olan Alicia Berenson, günümüzden altı yıl önce bir gece 7 yıllık kocasını, yüzüne beş el ateş ederek öldürmekle suçlanıyor. Eve gelen polis ekipleri, Alicia'nın kocası Gabriel'i bir sandalyede bağlı ve ölü bir şekilde bulurken, Alicia'yı da cinayetin tek şüphelisi olarak tutukluyorlar fakat garip bir durum var: Alica konuşmayı reddediyor. Hatta Alicia öyle bir sessizliğe bürünmüş ki, ne mahkemede ne de daha sonrasında kapatıldığı akıl hastanesinde altı yıl boyunca asla konuşmuyor. Medya ilk başta bu cinayeti çok büyük lanse ediyor, Alicia'dan nefret edenler, onun gizemli sessizliğinin peşine düşenler derken, bir süre sonra bu suskunluk herkesin ilgisini kaybetmeye yetiyor, elbette bir kişi dışında. Psikoterapist Theo Faber. 

Theo, terapisiyle birlikte Alicia'yı konuşturabileceğine inandığı için Alicia'nın kapatıldığı hastanede çalışmaya başlıyor. Ve olaylar buradan sonra müthiş bir merak unsuruyla çevrelenmeye başlıyor. 

'O zamanlar bilmiyordum ama artık çok geçti. Babamı içselleştirmiş, benimsemiş ve bilinçaltımın derinliklerine gömmüştüm. Ne kadar uzağa kaçarsam kaçayım gittiğim her yere onu da götürüyordum. İçimde bir cehennem azabı, tamamen onun sesiyle çınlayan, susmak bilmeyen öfkeli bir koro, değersiz, utanç verici bir başarısızlık abidesi olduğumu haykırıyordu.'

Kitap boyunca tam manasıyla kimseye güvenemediğimi hissettim. Karşıma çıkan herkes benim için şüpheliydi ama kitabın esas olayı şüpheliden ziyade Alicia'nın neden sustuğu ve cinayetin neden işlendiğiydi. İşte tam burada, kitap beni oldukça şaşırtmayı başardı. İşin aslı, son 30 sayfaya kadar kitap hakkında olumlu düşünmeme rağmen çok da ilgi çekici bulmadığımı düşünüyordum fakat sonrasında ufak ufak verilen tüm ipuçları şahane bir şekilde bağlanarak kitabı benim için favori haline getiren kısım oldu. Ayrıca, burada bir dipnot geçmek istiyorum, Alicia karakteri bir ressamdı ve ressam kişiliği ile yaptığı resimler kurgunun birer parçasıydı. Yazar o resimleri ve Alicia'nın ressam kişiliğini o kadar güzel anlatmış ki, çok etkilendiğimi belirtmek istiyorum. Okuduğum satırlar gözümde canlandı, hatta Alicia'nın onları yaparken nasıl hissettiğini bile anladığımı fark ettim. 

Kısa sözün özü, Sessiz Hasta türü içerisinde oldukça beğendiğim ve çevreme de önereceğim bir kitap oldu. Siz de sürpriz sonlu kitapları seviyorsanız, dahası bu kurgu üçlüsünden hoşlanıyorsanız muhtemelen seveceğiniz bir kitap olacaktır. 

'Biliyorsun Theo, kabullenmesi en zor şeylerden biri, en çok ihtiyacımız olduğunda sevilmemiş olduğumuzdur.'



15 Temmuz 2021 Perşembe

Soğuk Savaş'ın kıyıda köşede kalmış hikayesi: Glenn Meade - Kar Kurdu incelemesi

Herkese merhaba!

Bugün son zamanlarda okuduğum ve etkisinden hala tam anlamıyla kurtulamadığım bir kitap yorumu ile, uzunca bir aradan sonra buradayım. Bu aranın ardından incelediğim ilk kitabın Kar Kurdu oluşu, beni bir miktar heyecanlandırıyor elbette fakat heyecanımın esas kaynağı yeni bir yazar keşfediyor oluşum; keza Glenn Meade'in kaleminden okuduğum ilk kitap oldu Kar Kurdu. 

Kitabın konusuna değinmeden önce, yakın tarih ile ilgilenenlerin mutlaka bu yazarı araştırmasını tavsiye etmek istiyorum. Glenn Meade'in Soğuk Savaş dönemi yanı sıra İkinci Dünya Savaşı ve akabinde Avrupa'yı kasıp kavuran pek çok siyasi hadiseler üzerine değinmiş olduğu pek çok kitabı var. Benim Kar Kurdu'nu keşfedişim, bir süredir Jean-Christophe Grange'ın eserlerini art arda okuyor oluşum ve tıpkı Grange gibi yazdığı kitaplar üzerine derin araştırmalar yapan başka bir yazar keşfetme arayışım sayesinde gerçekleşti. Evet, anlayacağınız üzere Meade yazdığı kitaplarda bolca araştırma yaparak okuyucuyu anlatmak istediği hikayenin atmosferine adeta ışınlıyor. En azından ben, Kar Kurdu'nu okurken dönemin Rusya'sı, Estonya'sı, Finlandiya'sı ve Amerika'sı üzerine epey bir bilgi sahibi olduğumu hissettim. Her neyse, artık kitaba giriş yapmamızın vakti geldi. 

Olan bitenin farkında olmayan bilgisiz vatandaşlarının Stalin'e karşı büyük bir hayranlık duydukları doğrudur; ama Stalin'in yakınında olanların, öfke nöbetlerine ve acımasızlığına tanıklık edenlerin, liderin işlediği acımasız cinayetleri bildikleri, ondan ölümüne korktukları, sonunda öldüğü zaman hep birlikte derin bir nefes aldıkları da gerçektir.

Kitabın ilk 100 küsür sayfası, tamamı ile yazarın bize karakterleri tanıtma ve dönemin atmosferini solutma amacı güderek başlıyor. İlk sayfalar günümüz diye tabir edilen yılda geçiyor ve 1953'te gizemli bir şekilde ölen Jack Massey'nin, ölüm nedeninin peşine düşen oğlunun bizi hikayeye çekecek araştırmasını yapmasını okuyoruz. Massey'nin oğlu, babasının evinin gizli bir bölümüne sakladığı çok gizli bir dosyayı ortaya çıkarıyor ve ABD hükümeti adeta kırmızı alarm veriyor. Çünkü Massey eğer babasının nasıl öldüğünü öğrenemezse, bu dosyada okuduğu her şeyi paylaşmaya niyetli. ABD hükümeti el mecbur  Jake Massey'nin 1953 yılında yapılan ve dosyada da bulunan bir operasyonun, yani kitaba da adını veren 'Kar Kurdu Operasyonunun' seyrinde öldüğünü belirtiyor ve bu bilginin peşine düşen adam, tüm hikayeyi dinleyebilmek için operasyonda yer alan 3 kişiden birine, yani Anna Korev'e gidiyor. O vakitten sonra tamamen geçmişe giderek, pek çok perspektiften -kitabın iyi, kötü yahut gri karakterleri- soluksuz bir hikayeye çekiliyoruz. 

1952 yılında, hükümete çalışan Massey'e bizzat Amerika başkanından bir emir geliyor: Stalin'i öldürmek. Operasyonun tüm yetkileri Massey'e veriliyor ve ardından Massey kendine küçük bir ekip oluşturuyor: Anna Korev ile Alex Slanski. Plan kusurlu, çünkü Stalin söylentilere göre çıldırmış durumda, psikolojik olarak en kötü dönemlerinde bulunduğu söyleniliyor ve Kremlin'e girmek bir yana, Rusya topraklarına iniş yapmak bile inanılmaz derecede zor. Yine de, operasyona başlanılıyor ve Amerika'dan Rusya'ya uzanan öyküye giriş yapıyoruz. Yalnız arka kapakta da belirtildiği gibi: Bir süre sonra av ve avcı algımız tamamen yitiyor. 

Dördüncü baş karakter olan Lukin ise benim kitapta, Alex Slanski'den sonra en çok sevdiğim karakter oldu. Alex Slanski ise en sevdiğim karakter oldu çünkü tüm kusurlarıyla ve cesaretiyle, tamamen gri bir karakterdi benim için. Onu okumak, gerçekten yaralı bir adamın hedefine kilitlenmesini izliyormuşum gibi hissettirdi. Kitabın sonları inanılmaz bir tempoda geçti. Çok şaşırtıcı bir gerçekle yüzleşmek durumunda kaldım ve bitirdiğimde adeta rüyadan uyanmış gibi oldum. 

Yazarın dili, kurgusu, karakterleri, her şeyi çok güzeldi. Kesinlikle ve şiddetle önerdiğim kitaplar arasında yerini aldı. Yakın tarihe ilgi duyuyorsanız, Sovyet Rusya'sının detaylarına inmek istiyorsanız, Stalin'in gizemli ölümü ilginizi çekiyorsa ya da yalnızca sağlam bir kitap okumak istiyorum diyorsanız bu kitabı edinin ve okuyun. Asla pişman olmayacaksınız. 

Tehlikenin gözünün içine bakıp bekleyenler kahramanlar değildir, böyle bir şey olamaz, tehlikeden kaçmayanlar, sadece kaybedecek hiçbir şeyleri kalmamış kadercilerdir.