9 Eylül 2022 Cuma

2022'nin son çeyreğinde yılın favorileri (kitap, film, dizi)

 Herkese merhaba!


 Yıl favorileri üzerine yazı yazmak için üç ay daha bekleyemeyeceğime karar verdim ve yılın başlangıcından bu yana favorilerim arasına girenleri kedi kaplı defterimden çıkararak (gerçekten kedi baskılı bir deftere not tutuyorum) sizlerle paylaşmaya karar verdim. Bloğumu okuyan on kişiden biriyseniz, umarım şimdiye dek okumadığınız, izlemediğiniz veya dinlemediğiniz güzel öneriler ile tanıştırabilirim sizleri. 

Sözü çok uzatmadan, kitaplarla başlayalım o halde. 

Bu yılın okuduğum ilk kitabı, en sevdiğim yazar olan Brandon Sanderson'dan Savaşkıran (Warbreaker) oldu ve yıla favorilerim arasına giren bir kitap ile başlamış bulundum. Savaşkıran, Kozmer evreni'ne ait olan ve şimdilik tek kitaptan oluşan bir serinin ilk kitabı.  (Kozmer evreni hakkında Bibliyoraf bloğuna yazdığım tanıtıcı yazıyı okumak isteyenler için linki yazının sonuna bırakacağım.) 

Okumamın üzerinden epey zaman geçmesine rağmen hala düşündüğümde yüzümde tatlı bir gülümseme bırakan karakterleri ve her zamanki Sanderson olay örgüsüyle kesinlikle favori olmaya değer bir kitaptı. Özellikle Işıktını adlı tanrı karakteri o kadar fazla sevdim ki, tıpkı ergen yıllarımda olduğu gibi bir süre twitter hesap adımı bu karaktere uyarladım. Kitap konu itibariyle, birbirine düşman iki krallığı merkezine alıyor. Düşmanlığı sona erdirmek üzere yapılan bir evlilik anlaşması ile kitabın içine dalıyoruz fakat hayır, korkmayın, Sanderson bu, anlaşmalı evlilikten çok daha fazlası var bu kitapta ve pek de romantik havada geçtiği söylenemez. Tanrı kral, diğer tanrılar, insanlar, suikastçiler ve konuşan bir kılıç derken soluksuz bir maceraya çekileceğiniz bu kitap eğer epik fantastik seviyorsanız tam size göre. 


Konuşan kılıç demişken, bu yıl favorilerim arasında aslında ilk sırada, Fırtınaışığı Arşivi'nin 3. kitabı olan Oathbringer bulunuyor fakat kendisine bir tanıtıcı yazı yazamayacağım kadar geniş bir evrene sahip olan bu kitaptan sadece kılıç üzerinden bahsetmek istiyorum. Savaşkıran'da ön planda olan, hatta direkt baş karakterlerden biri olan kılıcımız Nightblood, Oathbringer'da da karşımıza çıkıyor. Sanderson'ın Kozmer Evreni'ni birbirine böyle küçük detaylarla bağlamasına bayılan ben ise bahsi geçen sayfalarda mutluluktan ağlıyorum... Her neyse, eğer Sanderson Savaşkıran'ın ikinci kitabını yazacak olursa kitap ismini bu kılıçtan alacak. Nightblood, yani Gecekanı. 


Kitap favorilerim içerisinde ikinci sırayı her daim kalbimin bir köşesini koruyacak olan Stephen King'e ayırdım. Bu yıl, King'ten tam dört tane kitap okudum: Hayatı Emen Karanlık, Kan Varsa, O ve Sis. Yılı kapatmadan mutlaka kendisine en az bir kitap ayıracağımı belirterek O'ya geliyorum. O'yu aslında yıllar önce sansürlü haliyle okumuştum. Epey kırpılmış bir versiyonu, bilen bilir. Hal böyle olunca, hem de kitabın atmosferini özleyince tam metin halini okumaya karar verdim ve iyi ki böyle bir karar vermişim. Bence kitabın konusunu anlatmaya gerek yok, pek çok kişinin bildiğini düşünüyorum. Bilmiyorsanız bile Pennywise'ın itici gülümsemesini illa ki bir yerlerde görmüşsünüzdür. Son olarak Sis adlı öykü kitabına da değinmek istiyorum çünkü King dede romanlarında olduğu kadar öykülerinde de çok başarılı biri bana göre. Şimdiye kadar pek çok öykü kitabını okumuş biri olarak Sis'e ayriyetten bayıldığımı söylemek isterim. Kulağınıza küpe yaptım. 


2022 yılında okuduğum için kendime çok kızdığım bir diğer favorim ise Mary Shelley'nin Frankestein'ı oldu. Ben korku edebiyatının köpeği olmuş biri olarak Frankestein'ı şimdiye kadar hep bir kenara iteledim. Oysa fevkalade bir kitabı okumayı geciktirmişim sadece. Her neyse, bu kitabı sizlere önermeden önce şunu bilmenizi istiyorum: Frankestein bir korku kitabı değil. Bence ufak tefek gerilimleri dışında tamamen dram hatta. Dramdan öte, psikolojik bile denilebilir. Türünü tanımlayamıyorum fakat kitabı okurken resmen yaşadım. Karakterlerin acılarını hissettim, yapayalnız kalmış ve herkes tarafından nefret edilen bir yaratıkla empati kurdum. Ve yaygın bilinen bir yanlışın tersini öğrendim. Frankestein asıl canavarın adı değil dostlar, onu yaratan insanın adı. Ama ah, bir dakika, hangisi asıl canavar işte bu tartışılır. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. 


2022 yılında başka neleri okumalısınız? İşte bunlar benim severek okuduklarım: 

-Jean Christophe Grange/Sisle Gelen Yolcu

-Alice Oseman/Heartstopper Serisi

-Ali Hazelwood/Aşk Hipotezi 

-Karin Boye/Kallekoin 

-Marcus Aurelius/Kendime Düşünceler 

Şimdi geldik filmlere. 2022 yılı, benim açımdan çok verimsiz bir film yılı oldu. Yılların sinefili olarak bu sene o kadar az film izlemişim ki, kendimden utanıyorum açıkçası. Neyse ki son bir iki ayda dişe dokunur birkaç film izleyebildim, 2023 yılına girerken bu açığı tamamen kapatmış olarak bloğa film önerisi yazısı yazmaya niyet ediyorum. Hadi inşallah. 

The Handmaiden bu yıl izlediğim filmler arasında en beğendiğim filmlerden biri olarak listeye ilk sıradan giriş yapsın o halde. Aslında filmler arasında kesinlikle bir sıralama yok çünkü her birinin türü çok farklı fakat tarih sıralamasına göre gitmeye karar verdiğim için bu filmi de ilk sıraya koymuş bulundum. Şiir gibi bir Güney Kore filmi The Handmaiden. Bir arkadaş önerisi vasıtası ile izledim ve epey etkisinde kaldım. Filmde dolandırmak üzere bir kadının yanına çeşitli yollarla yanaşmaya çalışan iki kişiyi izliyoruz. Bunlardan biri zengin kadınla evlenmek isteyen bir adam, diğeri ise kadının hizmetçisi. Elbette konu kesinlikle bundan ibaret değil fakat daha fazlasını anlatmak tamamen spoiler olacaktır. Filmin ilerleyen dakikalarında her şey tepetaklak oluyor, yönetmen bize gördüğümüzden çok daha fazlası olduğunu adeta suratımıza tokat gibi çarpıyor. Senaryonun dışında görsellik, oyunculuklar ve replikler de şahaneydi. Kısacası tavsiyemdir. 


3-Iron, yine Güney Kore yapımı eski bir film. Hayır, kesinlikle size Güney Kore seviciliği yapmıyorum fakat adamların gerçekten güzel bir sineması var arkadaşlar. En güzel ve bilinen örneklerini siz de izlediniz hatta, Oldboy, Parasite, belki bir ihtimal Memories of Murder... 3-Iron ilk başta afişiyle beni kendinden deli gibi itti, belirtmeden geçmeyeyim. Öyle bir afiş yapmışlar ki, sanarsınız filmin başından sonuna kadar Aşk-ı Memnu vari işler dönecek. Fakat alakası yoktu. Eşinden şiddet gören varlıklı bir kadınla, hiç varlığı olmayan bir adamın arasındaki sözsüz iletişimi ve aşkı izletiyor film size. Tıpkı The Handmaiden'a yaptığım gibi bu filme de şiir atıfını yapmak istiyorum. Keza neredeyse hiç konuşmadan bizleri duygudan duyguya sürükleyen bir filmi ancak böyle tarif edebilirdim. Lütfen afişine bakmayın ve izleme listenize alın bu filmi. Verdiğiniz şanstan dolayı pişman olmayacaksınız. 


Get Out izlemek için geç kaldığım bir Jordan Peele filmiydi. Kendisi şu sıralar epey sükse yaptı, sinema ile ilgilenenleriniz varsa bilir. Get Out ile yaptığı çıkıştan sonra iki film daha çekti ve hatta son filmi Nope şu anda sinemalarda gösteriliyor. Ben Jordan Peele'in ilk Get Out filmini izledim açıkçası ve çok da sevdim. Oldum olası gerilim filmlerinden haz alan biri olarak gerilim filmlerine farklı bir bakış açısı yakalayan bu film gerek kurgusu, gerek oyunculukları, gerekse yönetmenliği ile oldukça güzel bir seyir zevki sunuyor. Favorim de favorim demiyorum film için fakat bu izlediğim diğer filmler arasında hatırı sayılır şekilde parlıyor. Filmin konusundan çok kısa bahsedeceğim çünkü sürpriz kaçırmak istemiyorum: Kız arkadaşının ailesiyle tanışmak üzere hiç bilmediği bir yere seyahat eden siyahi bir adamın başına gelenleri izliyoruz. Yönetmen ırkçılık temasını kafanıza vura vura işlemiş, bu konuda emin olabilirsiniz. Yönetmenin bir diğer filmi Us'ı da yakınlarda izledim ve önermiyorum. Bunu da eklemek istedim.


Son olarak uzuuunca zamandır izlemeyi ertelediğim Haneke filmi Funny Games (1997) ile bitirmek istiyorum filmlere ayırdığım kısmı. Haneke, ya çok sevilen ya da hiç sevilmeyen bir yönetmen. Kendisinin çok farklı bir tarzı var, insanın kötü yanlarına eğilmesiyle bilinir ve Hollywood sinemasını gömme yöntemleri de epey orijinaldir. Ben bu filmi izlemeyi neden erteledim? Çünkü HER YERDE en rahatsız edici filmlerden biri olduğu yazıyordu. Peki film rahatsız ediyor muydu? Evet. Hem de muhteşem bir şekilde. Keşke bu rahatsız edişin The Platform tarzı olmadığını falan da yazsalardı da, ben izlemek için bu kadar gecikmeseydim. Film ele aldığı şiddet konusunu mükemmel bir şekilde işliyor. Haneke, film içerisinde üçüncü duvarı sık sık yıkıyor ve seyirciye kendini sorgulatıyor. Bazen tüyleriniz diken diken oluyor. Uzun uzun izlediğiniz ve sıkılacağınız bazı sahneler bile ilgi çekici geliyor. Oyunculukların muazzamlığı da cabası. İzlemediğim diğer Haneke filmlerini hemen listeye aldım, 2022 sonunda belki onlara da yer ayırabilirim. Kesinlikle tavsiyemdir. 


Dizilerden bahsetmek pek istemiyorum aslında çünkü dizilere özel olarak inceleme yazısı yazmayı daha çok seven biriyim. Bu sebeple bu sene izlediğim birkaç diziyi yazıp sadece House of the Dragon'dan bahsedeceğim. 

Bu sene izleyip çok beğendiğim diziler:

-Invincible 

-The Broadchurch

-Under the Banner of Heaven 

-The Sandman 

House of the Dragon'dan özellikle bahsetmek istememin sebebi ise iflah olmaz bir Taht Oyunları hayranı oluşum elbette. Gerek kitap serisi, gerek dizinin ilk 6 sezonu olsun defalarca ve defalarca kez hiç sıkılmadan başa alabilirim. Ki almışlığım vardır. GoT son iki sezonun fiyaskoluğundan sonra (7x1, Arya reis sahnesi hariç) House of the Dragon ilaç gibi geldi. Dizi, Martin dedenin Ateş ve Kan kitabının küçük bir bölümünden uyarlandı, bilmeyeniniz varsa. Ben Targaryen tarihini Nilüfer Baş videoları izleyerek öğrendim açıkçası ama HBO benim nezdimde büyük bir risk aldı ve bu riskin altından başarıyla kalktı. Yayınlanan ilk 3 bölümü ile çok beğendiğim bir dizi oldu. Umarım gelecek bölümler ve sezonlarda da aynı itina ve titizliği görebiliriz. HBO, GoT evrenine ait çekeceği spin-off'ları açıkladıkça heyecanımız da daha diri kalır. Özellikle Sea Snake'in spin-off'unu epey merak ediyorum bu dipnotu da düşeyim. Sezon bitiminde House of the Dragon'a ayrıntılı bir blog yazısı yazmak istiyorum. Umarım bu niyetim de boşa çıkmaz. 


Yazıyı bitirirken, birkaç müzik önerisi de yapmak geldi içimden. Bu sebeple 2022 yılında en çok dinlediğim sanatçı olan Thomas Bergersen'dan bir albüm önerisi bırakıyorum aşağıya. Dilerim dinler ve beğenirsiniz.


Buraya kadar okuyan varsa, şimdiden teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.


Bibliyoraf'ta yazdığım Kozmer Evreni yazısını okumak için bağlantıya tıklayın:


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder